Hayatımızda cep telefonlarının ve internetin olmadığı, bırakın bunları özel televizyon ve radyo kanallarının olmadığı, hatta TRT 2 nin bile test yayınına yeni başladığı 1988 yılında, almış olduğum eğitim kalitesi ve yetişmiş olduğum ortamın gerçekleri dikkate alındığında üniversite sınavından oldukça başarılı bir sonuç almış ve Dokuz Eylül Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümünü kazanmıştım. Yani Türkiyenin üçüncü büyük kentinde, güzel İzmir'in Bornova ilçesinde yüksek öğrenim hayatıma devam edecektim ve 18 yaşında idim.
Kredi ve Yurtlar Kurumu başvurum olumlu neticelenmiş ve İnciraltı yurdunda kalabilmem için onay çıkmıştı. Okul başlamadan bir hafta önce İzmire gitmiş ve ön hazırlıklarımı tamamlamıştım.
İnciraltı yurduna gittim ve önceden hazırlamış olduğum ilgili evrakları teslim ederek, 8. blok 104 numaralı odaya kayıt oldum ve ilk kayıt olan ben olduğum için oda'nın anahtarını bana verdiler.
Odaya çıktım, eşyalarımı yerleştirdim, çarşaf ve nevresimlerimi biraz da uğraşarak olması gerektiğine yakın bir şekilde kullanıma hazır hale getirdim. Sonra dolabımı yerleştirdim ve kilitleyip Bornova ya okula gittim.
Bu arada İnciraltı yurdunun diğer yurtlardan farklı olan özelliğinden bahsetmem gerekir ki o da şu; aslında 1974 Akdeniz Oyunları İzmirde yapıldığı için oyunlara katılacak ülke sporcularının konaklaması adına yapılan bir sporcu konaklama köyüdür. O yüzden her odada duş ve tuvaleti vardır. Ayrıca merkezde ortak kullanım amaçlı bir kütüphane ve bir merkez cafe (kantin) vardı. Yani, denize sıfır olan, mandalina bahçeleri arasındaki İnciraltı yurdu çok güzeldi.
Neyse, sabah geldiğim Bornovadan, akşam dönmüştüm İnciraltına. Yalnız ulaşım çok ciddi bir problem idi. Şöyle ki bahsettiğim yıllarda, İnciraltından Bornova'ya direk sefer yok idi. Ulaşımı iki şekilde yapabiliyor idik, ya iki akatarmalı şekilde, az sayıda seferi olan İnciraltından Konağa gidip, oradan da Bornova otobüsüne binip ulaşacaktım. Yada üç aktarmalı olan ama daha sık sefer sayısına sahip İnciraltından Fahrettin Altay'a, oradan Konağa, oradan da Bornova ya gidecektim. Aslında bu iki seçeneğin haricinde benim erken uyanamadığım için çokta fazla kullanamadığım sabah 06:00 da İnciraltından direk Ege Üniversitesi kampüsüne (Bornova'ya) giden bir serviste vardı.
Çok güzel günlerimin geçtiği İnciraltı yurdunda oda arkadaşlarım ise çok ilginçti. 8 kişilik odanın 7 öğrencisi D.E.Ü. Tıp Fakültesi öğrencisi idi. Tıp fakültesi yurda yürüyüş mesafesi ile 15 dakika mesafede idi. Oda arkadaşlarımdan Özkan İzmir Kemalpaşalı, Arif İlker Kocakarın Denizlili idi. İskan Abay Mardin'li idi ve Türkçesi oldukça zayıftı. Ayrıca hayatımda ilk defa canlı olarak gördüğüm Gana'lı zenci müslüman Moro Osman Salifu ve İranlı Hristiyan Şakruh Ezazi vardı. Şakruh Ezazi tıp fakültesi 5. sınıfta diğerleri ise 1.sınıfta idi. Osman, 185 cm boyunda, sportif bir yapıda, zenci yakışıklısı, ilgi odağı olan ve 5 vakit namaz kılan iyi bir müslümandı. Osman'ı ilk gördüğümde aklıma gelen ilk şey şu olmuştu, aynı odada kalacağım bu zenci ile , gece lavaboya kalktığımda o da aynı anda kalkarsa ve karanlık odada bununla yüzyüze gelirsem napardım olmuştu?
Benim gibi Bornovada başka fakültelerde okuyan arkadaşlar ile Bornovaya gidiş geliş seyahatlerinde, otobüs sıralarında muhabbetler esnasında veya kantinde yemek veya çay sırasında beklerken göz aşinalığının etkisi ile güzel arkadaşlıklar kurmuştuk. Ve ağırlıklı Ziraat Fakültesinde okuyan arkadaşlardan oluşan fırlama bir grubumuz olmuştu. O dönemde ara ara alkol de alırdım.
Bir akşam, okul dönüşü Bornovada okuyan arkadaş grubumuz ile yurda kaçak yollardan içki sokmuştuk ve odada içki alemi yaptık. Hepimiz çakır keyif olmuş idik ve mezelerimiz tükenmişti. Arkadaşlarımızdan Uşak'lı Yaşar'ı saat geç olduğu için blok kantinimiz kapanmış olmasından dolayı merkez cafe'ye atıştırmalık meze almaya gönderdik. Yaşar odadan ayrılalı çok kısa zaman geçmişti ki, soluk soluğa odaya geri döndü, tabiri caiz ise beti benzi atmış, hortlak görmüş gibi sapsarı olmuştu ve heyecan ile "yürüyen eşofman" gördüm demişti. Biz tabi başladık gülmeye, ama ne olduğunu merakta ediyorduk.
Yaşar anlatmaya başladı; "blok kapısından çıktıktan sonra normal yoldan merkez cafe'ye gitmek yerine, bloğun yanından kısa yoldan gitmeyi tercih ettim. Ancak köşeyi döner dönmez çok karanlık ve ışıksız olan bloğun yanında yürürken karşımdan bembeyaz bir yürüyen eşofman geldiğini görüyordum, inanamadım ve gözlerimi oğuşturdum, gördüğüm gerçekti yürüyen bir eşofman üzerime doğru geliyordu ve tabanları yağlayıp, odaya koşarak geri döndüm". Tabi oda da kahkaha fırtınası ve Yaşar ile ilgili espiriler birbiri ardına patlıyordu.
İşin aslını ben kendi odama indikten sonra öğrendik ki, olay şu şekilde olmuştu. Oda arkadaşım Gana'lı Osman ten renkleri farklılık arz eden zencilerin en koyu siyah tene sahip olanlarından idi ve bembeyaz bir eşofman takımı ile yine bembeyaz spor ayakkabıları vardı. Ganalı Osmanda, Yaşarın kullandığı kısa yolu kullanıp merkez cafeden odaya geri dönüyor ve işte o esnada hafif çakırkeyif olan Yaşar da merkez cafe'ye alış verişe gidiyordu. Yani gecenin en koyu ve ilerleyen saatinde ışıksız bir yerde karşılaşmışlardı. Alkolün etkisi ile Yaşar dikkatli bakmamış olmasının tesiri ile Osman'ı algılayamamış ve yürüyen bir eşofman gördüğünü iddia etmişti. İşte o günden sonra bizim aramızda Moro Osman Salifu nun adı "Yürüyen Eşofman" kaldı.
2 yorum:
:))))))))))))))))
:))))))))))))))))))))))
Yorum Gönder